Eşcinsellik kişinin cinsel ilgi ve isteğinin kendisiyle ayni cinsten kişilere dönük olduğu cinsel yönelimin adıdır. Eşcinsel kelimesi, kendi cinsinden hoşlananlara ve kendi cinsi ile cinsel ilişki yaşayanlara verilen genel bir isimdir.
Erkek eşcinsellere "gay", kadın eşcinsellere "lezbiyen" denir. Sadece kendi cinsine yönelenlere "homoseksüel", hem karşı cinsine, hem kendi cinsine yönelenlere de "biseksüel" denmektedir.
Eşcinselliğin günümüzdeki durumu nedir?
Eşcinsellik günümüzde ne bir hastalık ne de ahlaki bir
yoksunluk olarak kabul edilmektedir. Toplumdaki bir azınlığın
sevgiyi ve cinselliği ifade ediş tarzıdır. Gaylerin ve
lezbiyenlerin, ruhsal olarak sağlıklı oluşu birçok araştırma ile
belgelenmiştir.Eşcinselliğin bir hastalık veya ahlaksızlık
olduğu varsayımı, bu azınlığa dahil bireyler için kendini ifade
etme, sevme ve insanlığa bağlılığın en derin formlarını acı
çektirici bir suçlanma ve kendinden nefret etme yoluyla bu an
bir duygusal hapishane yaratır.
Eşcinselliğe tıbbi açısından bakış nedir?
Tıbbi ve psikolojik açıdan eşcinsellik bir sapıklık ve ruhsal bozukluk olarak kabul edilmese de, toplumun genelinde eşcinselliğe hâlâ bir sapıklık olarak bakılmakta ve eşcinsel bireyler toplumdan dışlanmaktadır. Bu da kişiyi bunalım sürecine sokmakta ve en kötüsü intihar eğilimine itmektedir. Özellikle geleneksel ve manevi değerleri kuvvetli olan toplumlar eşcinsellere "öteki" olarak bakmakta ve değerlendirlmektedir. Bu toplumlarda cinsel roller daha çocukluktan itibaren belirlenmekte ve heteroseksüel ilişkinin dışındaki ilişkiler onaylanmamaktadır.
Eşcinsellik değiştirilebilir mi? Terapi edilebilinir mi?
Heteroseksüelliğe (karşı cinsellik) dönüşme isteği ile ilgili bazı analitik yaklaşım ve davranışçı terapiler mevcut olup başarıları oldukça şüphelidir. Bu tedaviler eşcinselliği heteroseksüellikten daha az arzulanır hale getirmeye ya da eşcinsellikten alınan zevki azaltmaya yöneliktir; gerçekten iyi motive edilmiş bir grupta bile kişinin cinsel ve duygusal yöneliminin değiştirilemeyeceği ortaya çıkmıştır.Bilim adamları ve doktorlara göre eşcinselliği heteroseksüelliğe dönüştürmeye çalışmak, toplumun bu konudaki olumsuz tutumuna katkıda bulunmaktır; kişi aslında bu dönüşümü gerçekten istememekte, ama baş edemediği çeşitli baskılar nedeniyle istemektedir. Günümüzde doktorlar ayrıca dönüşüm amacıyla yapılacak terapinin doğal olamayacağını savunmaktadır.
Türkiye'de eşcinsellik ne durumdadır?
Türkiye eşcinseller açısından bakıldığında
daha çok reddedici ülkeler grubuna yakın görünmektedir. Birçok
eşcinsel, ülkemizde hala çok önemsenen evlilik, çocuk sahibi
olmak, din ve ahlaki değerlerin baskısı altında ciddi içsel
çatışmalar ve sosyal baskılarla karşılaşmakta ve kişi kendisini
eşcinsel olarak nitelemekte bile güçlük çekmekte, diğer bir
deyişle "kendini bulma" süreci çok daha zor ve uzun olmakta ve homofobik özelliklerin yerleşimi kaçınılmaz olmaktadır. Daha
önce sözü geçen, batılı ülkelerdeki eşcinsel destek
kuruluşlarından yoksun olan bu grup daha sıkıntılı ve depresif,
yer altında kalmış bir alt kültürü yaşamaya mahkum kalmaktadır.
Türkiye'de yaşayan eşcinseller din,gelenek ve görenek çatışması
altındadır. Bu da cinselliğini doyasıya yaşayamamak sonucunda
sanatta,sporda ve benzeri dallarda başarılı olmayı
getirmiştir.Türkiye'de mevcut tüm kanunlarda eşcinsellik
yönünden bir düzenleme bulunmamaktadır
Eşcinsellikle ilgili bazı yanlış inanışlar,şehir efsaneleri
· Erkek eşcinseller kadınlığa özenir ve kadınsı hareketleri ile kolayca tanınırlar.
· Eşcinseller, erkeklerin (heteroseksüellerin) peşinde koşar.
· Sadece pasif rolde cinsel ilişki kurarlar.
· Sadece aktif rolde olanlar heteroseksüeldir.
· Eşcinsel ilişkide anal seks kuraldır.
· Evlendirilirse eşcinsel değişir, düzelir.
Cinsel Kimlik Bozukluğu , Transseksüelizm nedir?
Cinsel kimlik bozuklukları, kişinin biyolojik cinsiyetinden veya
cinsel rolünden devamlı bir şekilde rahatsızlık duyması ile
belirlenir. Kişide karşı cinsiyetten olma isteği ve ısrarı
mevcuttur. Kendi biyolojik cinsiyeti konusunda sürekli
rahatsızlık duyma, bunun uygun olmadığını düşünme, birincil ve
ikincil cinsiyet özelliklerinden kurtulmak isteme, bunlardan
kurtulma ve karşı cinsin özelliklerini kazanma çabalarıdır.
Sıklıkla çocuklukta ortaya çıkar, ergenlik döneminde
belirginleşir. Erişkinlik döneminde hatta evlenip çocuk sahibi
olduktan sonra bile başlaması olasıdır. Transseksüeller aseksüel,
homoseksüel veya heteroseksüel olabilirler. Nadir olmakla
birlikte erkeklerde daha sıktır. Erkek/kadın oranı 2.5 olarak
verilmektedir. Depresyon ve intihar girişimleri ile çocukluk
dönemlerinde cinsel kimlik sorunu öyküsü sıktır. Anne-çocuk
ilişkisinden kaynaklandığı düşünülür. Çözümlenmemiş ayrılık anksiyetesi; bazı erkeklerde babanın mesafeli ve pasif, annenin
ise güçlü biseksüel özellikler göstermesi; bazı kadın
transseksüellerde ise annenin yetersiz olması etiyolojide
önemlidir. Doğum öncesi estrojen ve progesteron seviyesi
değişikliklerinin nöral değişikliklere neden olması ile kromozomal bozukluklar da tartışılmaktadır.
Sigmund Freud'un yorumu ile eşcinsellik nedir?
Freud'un cinsellik kuramı, bizi,
eşcinselliğin insan doğasında bulunduğu iddiasına götürebilecek
kapasitededir, ama onun bulguları sadece bununla sınırlı
olmayıp, bizi daha geniş ve çarpıcı sonuçlara götürmektedir.
Özellikle yetişkinlerin cinsel yaşantısını çözümlemek amacıyla
incelediği çocukluk cinselliğinde Freud, ilginç bulgulara
varmıştır. Şöyle ki; çocuklarda en baştan beri, pek çok yönden
normal sayılandan farklılık gösteren zengin bir cinsel yaşam
mevcuttur. Çocuğun cinsel yaşantısında, cinsel nesne olarak
karşı cins kadar kendi cinsinden insanlar, hatta yakın kan
akrabaları ve hayvanlar da eşit konumdadır. Yani bu dört grupta
saydıklarımız, çocuk için cinsel nesne olma özelliğine sahiptir.
Pratikte bu her zaman doğrulanmıştır. 'Tiksinme' duygusuna
doğuştan sahip olmayan çocuk, buna bağlı olarak yetişkinlerin
'tabu' saydıklarına hiçbir tiksinme duymamaktadırlar (Freud'a
göre, uygar dünyadaki tabu kavramının temellerinden birisi de
tiksinti duygusudur. Tiksinme ise eğitimle sonradan edinilen bir
duygudur.). Freud bu yüzden -yetişkinlerin "saflığın timsali"
olarak nitelendirdiği çocukları "çok yönlü sapık"olarak
tanımlamaktan çekinmemiş ama dönemin tutucu kesimlerince,
kendisi hakkında bir karalama kampanyası başlatılmasına da engel
olamamıştır. Ne var ki, kitleleri şoke eden bu görüşler, zamanla
ortalığın durulmasıyla soğukkanlı değerlendirmelere konu olmuş
ve batı dünyasında bir dönüşüm başlatmıştır. Çocukların kendi
başlarına bırakılmaları halinde veya baştan çıkarıcı etkilere
maruz kaldıklarında şaşılacak ölçüde tabu dışı eğilimlere
yöneldiklerini tespit eden Freud, ama yetişkinlerin, çocukların
cinsel sergilemelerinin bir kesimini abartmaya diğer kesimini
ise yadsıyabilsinler diye gizlemeye çalıştıklarını söyler. Öyle
ki var olan bu baskılama, sanki bir kuram biçiminde yayılmıştır.
Halbuki bunlar bir çocuğun doğuştan yapısının göstergeleri
olarak ve onun sonraki gelişiminin nedenleri olarak son derece
önemlidir. Çocukların cinsel yaşamları ve genelde insan cinsel
yaşamı hakkında bize bilgi verirler. Çocukluktaki cinsel yaşantı
incelemesinden cinselliğin önceden belirlenmiş tek bir nesnesi
olmadığını, bunun eğitimle edinilen bir dayatma olduğu sonucuna
varan Freud, ayrıca tabu dışı cinsel eğilimlerin normal
insanların cinsel yaşamından da ender olarak eksik olduğunu ve
kendilerini açıkça eşcinsel olarak adlandıranların sayısının da
gizli eşcinseller yanında bir hiç olduğunu belirtmektedir. Tabu
dışı cinsel ilişkilere toplumun gösterdiği nefrete de değinen
Freud şu ilginç değerlendirmeyi yapmaktadır: "Sanki insanlar
onları baştan çıkarıcı buluyorlarmış ve en derinden bunlardan
hoşlananlara karşı gizli bir kıskançlığı bastırmak
zorundaymışlar gibi."
Tabu dışı cinsel eğilimlerin nevrotik olarak
değerlendirilmesinin doğru olmayacağını belirten Freud; "Eğer bu
eğilim egoda hiçbir karşı çıkış uyandırmazsa hiçbir nevroz da
doğmaz ve libido gerçek bir doyuma ulaşır" demektedir. Fakat
eğer ego bu eğilimleri kabullenmezse, bunu çatışma izleyecektir.
Bu değerlendirme eşcinseller açısından 'kendisiyle barışık'
olmanın önemine işaret etmektedir.
Nevrozun kökeninde cinsel doyumun engellenmesi olduğunu söyleyen
Freud'a göre, ancak, eşcinsel güdülerin bastırılması, doyumun
engellenmesi eşcinsellerde nevroza yol açacaktır. Doyumun
engellenmesi ender durumlarda psikoza da yol açar. Öyle ki
Freud, paranoya hastalığının temelinde, düzenli olarak aşırı
güçlü eşcinsel güdülerin savuşturulma çabasının yattığını
söyler.
Özetle psikanalize göre, cinsel doyum, gerçek dünyada hiçbir
engelle karşılaşmasaydı eşcinsellik ve diğer tabu dışı eğilimler
çok daha güçlü olarak ortaya çıkabilirdi. Ancak baskılama
nedeniyledir ki bu eğilimler yeterince açığa çıkmamakta ve sanki
istisnai durumlarmış yanılsamasını yaratmaktadır. Dahası cinsel
doyum engellendiğinden nevrozun, toplumda yaygın olmasına sebep
olmaktadır. Bu nedenledir ki Freud, yerleşik değer yargılarının,
değerinden fazla özveri gerektirdiğini ve yaptırımların
dürüstlüğe dayanmadığının apaçık düşüncelerle topluma
gösterilmesi gereğini vurgulamıştır.
...